Asr Sûresi ve Toplum Mutluluğunun Temel İlkeleri

Değerli okuyucularımız! Yeni bir yüzyıla girerken, Asr suresinin ışığı altında hem geçmişi genel analizlerle tahlil etmek hem de gelecekte kişi ve toplum saadetini temin edecek temel ilkeleri hatırlat

Değerli okuyucularımız!
Yeni bir yüzyıla girerken, Asr suresinin ışığı altında hem geçmişi genel analizlerle tahlil etmek hem de gelecekte kişi ve toplum saadetini temin edecek temel ilkeleri hatırlatmak istedik.
Kur'an, tarihin akışına giren, insan hayatına müdahale eden ve onu olumlu yönde değiştirip geliştiren, sonuç itibariyle de insanın Müslüman olmasını ve İslâm çizgisinde kalmasını isteyen son kutsal kitaptır. O, yirmi üç yıl gibi kısa bir zamanda, bütünüyle model olma özelliğine sahip bir iman ve ahlâk toplumu oluşturmuş, hızlı ve derin değişim sürecine rağmen de yüzyıllarca insanlığa ışık olmuş ve bundan sonra da olmaya devam edecektir. Çünkü Kur'an, her asırda insanlara en doğru yolu gösteren tek kitaptır. Zamanı Kur'an vahyi aracılığı ile değerlendiren insan, hem onu yenilemiş hem de hayatını bereketlendirmiş olur.
Kişi ve Toplum Mutluluğunun Temel İlkeleri
Kişi ve toplum mutluluğunu her asırda sağlayacak olan temel ilkeler, en özlü biçimde Asr suresinde yer alır. Mekke döneminde ve peygamberliğin ilk yıllarında inen bu sure, kısa olmakla beraber Kur'an çağrısının hedefini ve ondaki bütün hakikatlerin özetini içerir; kapsamlı ve kısa sözün de benzersiz bir örneğini oluşturur. Bunun için İmamı Şafii: "Başka bir şey inmeseydi Kuran’da bu sure insanlara yeterdi" demiştir.
Yüce Allah Asr suresinde insanlara şu gerçekleri duyurur: "Asra (zamanın akıp gidişine) and olsun ki, insan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, doğru ve faydalı işler yapanlar, birbirlerine hakkı telkin ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır."
Görüldüğü gibi surenin ilk ayetinde, asra (zamanın akıp gidişine) yemin edilmiştir. Buradaki "asr" kelimesi, ölçülebilir olan ve birbirini izleyen devrelerden oluşan zaman dilimini gösterir. Bununla zamanın değerine, insan ömrünün akıp gittiğine ve onun bitmek üzere olduğuna dikkat çekilir. Çünkü insanlar, genellikle var olanın değerini onu kaybettikten sonra anlarlar. Nitekim bu gerçeğin farkında olmayan pek çok insan, gerçek İslâmi hayatın yerine sanal olanı inşa etmekle meşguldür.
İkinci ayette de, zaman bilincinden yoksun insanın, evrensel boyutlu yanılgısına, hüsran ve kaybına vurgu yapılır. Hüsran, "dünya ve ahiret saadetinden mahrum kalıp ziyana uğramak" demektir. Bu kavram hem maddi hem de manevi kaybı belirtmek, insanın dünya ve ahiret başarısızlığını ifade etmek için kullanılır. Demek ki hüsran, ömrün boşa gitmesi, nefsin helâk, malın da telef olmasıdır. Ömür sermayesi her an azaldığından, insanın hüsrandan kurtulması oldukça zordur. Zira insanın istikbali, ömrün kullanılmasından hasıl olacak manevi kâra (sevaba) bağlıdır. İnsan ne kazanacaksa onda kazanacak, kazançsız geçen her an da o kıymetli sermayeden yitirilen bir ziyan olacaktır. Şu halde insan, hesap günü elde ettiği manevi kâra göre kendini kurtaracak ya da verdiği açığa göre iflâs edip hüsrana uğrayacaktır. Bunun için ayette, ömrünü keyif ve eğlence ile geçirme arzusu içinde olan insanın, hayallerine daha az ulaşacağı; sonunda hüsrana uğrayıp pişmanlık hissine kapılacağı mesajı verilmiştir.
Üçüncü ayette ise, hüsrandan kurtulmanın yolu gösterilir ve toplum saadetinin temel ilkeleri belirtilir. Ayetin beyanına göre hüsrandan kurtulmanın ilk şartı, imandır. Bundan maksat, Allah'a ve O'nun vahyettiklerinin doğruluğuna inanıp hayatı tevhide ayarlamaktır. Sağlam karakterin ve temiz bir hayatın temeli imandır. Makbul ve muteber iman da amel ile ispat edilen imandır. İmanı ispat eden eylem ise, Salih ameldir. Bunun için ayette, hüsrandan kurtulmanın ikinci şartı olarak Salih amel zikredilmiştir. İslâm'ın iyi, doğru ve faydalı gördüğü, yapılmasını istediği ve sevap kazanmaya vesile saydığı bütün işlere Salih amel denir. Bu terkip, İslâm'ın yapılmasını istediği, insanın da Allah rızası için yaptığı bütün iyi işleri ifade eder.
Hüsrandan kurtuluşun üçüncü şartı hakkı tavsiye etmektir. Hak kelimesinin Kuran’da geçen ve dikkat çeken belli başlı anlamları şunlardır: "Allah, Kur'an ve İslâm, adalet, gerçeğe uygun söz, aslına uygun bilgi ve inanç, kesin delil, korunması, gözetilmesi ve sahibine ödenmesi gereken maddi manevi değer."
Hüsrandan kurtulmanın dördüncü şartı da sabrı tavsiye etmektir. Nefsin, bir iş yapmak veya fenalıklardan sakınmak için zorluğa ve acıya dayanma gücüne sabır denir. Sabır imanın, hak ve hayır yolunda yürümenin, yiğitlik, doğruluk ve mertliğin göstergesidir. İslâmi hayat pratiği ile ilgili iddialarda azimli ve kararlı olmaktır. Kuran’da emredilen ve öğütlenen sabır da budur. İşte insanın bütün fırtınalardan imanı sağlam, ahlâkı sarsılmaz ve alnı ak olarak çıkması surenin belirlediği bu temel ilkelere uymasına ve ahlâki olgunluğa erişmesine bağlıdır. Çeşitli nedenlerle İslâm'ı hayatlarının dışında tutan kişi ve toplumlar ise hangi asırda olurlarsa olsunlar kesinlikle hüsrandadırlar.
Değerli okuyucularımız!
Dileyelim önümüzdeki yüzyıl, insanlığın geçen yüzyıllarda istenen seviyede gerçekleştiremediği ama her zaman ihtiyaç duyduğu "Kur'an ışığından daha çok faydalanacağı ve İslâm'ın kendisiyle yaşama imkânını bulacağı" bir asır olsun.
Başka bir sayıda buluşmak dileği ile Allah’a emanet olunuz. (Sinan ÇETİN - Gündoğmuş İlçe Müftüsü)