DEPREMLER VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ.

  'GÜZLE KÖŞKÜNDEN ESİNTİLER

 

“GÜZLE KÖŞKÜNDEN ESİNTİLER.”  

DEPREMLER VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

                Ülkemiz ve milletimize, özellikle de Elazığ ve Malatya’daki vatandaş ve kardeşlerimize geçmiş olsun. Cenab-ı Hak’tan, bizi ve tüm insanlığı bu şekildeki felâketlerden muhafaza etmesini niyaz edip dua edelim.    Eski deyimle, “zelzele!” güncel olarak, “deprem” tarifleri;   

Yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi, yanardağların püskürmesi yüzünden olan sarsıntı, zelzele. Yerkabuğu kırılmasından ortaya çıkan titreşimlerin yeryüzeyini sarsma olayı. Yer altındaki bâzı boşlukların birdenbire çökmesi. Yer kabuğu tabakalarının kırılıp yer değiştirmesi. Tarifler böyle. Dünyanın gündeminden düşmeyen, depremin aslında, üç boyutu var;

İlmî, insani, manevi.

İnsani boyutu, ahlar, vahlar, yardım, haberler, tahminler ve yorumlar.

İlmî boyutu, teknolojik veriler, fay hattı haritaları, rakamlar, tahminler, geçmişe dönük hikâyeler.

Asıl olan ise imanı boyutudur. Bu tür musibetin asıl sebebi, insan yaşantı ve fillerinin neticesi, sorumluluk, nedeni, nasıl, niçin, nerelere hangi zamanda olduğu hadisesidir. Kâinattaki en ufak bir hareketin bile Allah’ın iradesinde olduğunu unutmamak gerekiyor. Her işin manevi boyutu, Kur’an ve sünnetle sabittir. Bütün detaylarıyla anlatılmıştır. Bu tür musibetlerden insan olarak ders almak, ders çıkarmak ve kendi nefis muhasebemizi yaparak esas olan kendinize odaklanmak olmalıdır.

                Sel, fırtına, zelzele, veba, yangın, heyelan, tsunami gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı var olduğu gerçeğini akıldan uzak tutarak, aklı boğan gereksiz rakam ve ilmini satma telaşları çok az tesirlidir. Asıl olan “damdan düşenin” manevî yaralarını sarmaktır. Kainatı memnun edip semanın alkışlayacağı manevi faaliyet ve hizmetlerin rahmet olduğunu kabullenmek. 

                 Depremlerin sayısal manalarında kaybolmak, maddi kayıplardan daha zararlı olsa gerek. Çok tecrübelerle, genel hataların neticesinde hava ile zemin, zelzele ile fırtına ile gazab-ı İlâhîyi haber vermek nevinden hiddet etmelerinin farkında olmak. Mânevî fırtınalara sebeb olacak İslâmiyet ve iman hakikatlerine zarar verecek umumî hatalardan kaçınmak lazım.

                Kâinattaki geçerli olan fıtrat kanunlarını iyi okumak. İnançsızların küfür ve dalaletleri terazinin bir kefesini doldururken, inanan insanların da maneviyattan uzak ve sevaptan mahrum fiilleri de felâket ve musibetleri celp edip aynı kefeye ağırlık vermesi belâ ve musibete davetiye çıkarmaktır.  

                Hatalar ve günahlar çoğaldıkça ehli dünya, maneviyata iliştikçe, yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilâsına uğrayacağımız akıldan uzak tutulmamak gerek.   

                İnsan kendini başıboş zannetmemeli. Şu misafir dünyasına hikmet nazarıyla bakıp her şeyin dizginin bir nizâm sahibinin elinde olduğunu görmesi lâzım. Deprem gibi olayların rastgele bir tabiat olayı, tesadüf oyuncağı olarak görmek en büyük hatadır.

                Musibet hadisesinin sebeblerinden; isyan, küfür, hile, haram, zina, fuhşiyat, adaletsizlik, zulüm, haksızlık, baskı, rüşvet…vb  bu asrın ve ahir zamanın alâmetlerinden olan hadiselere odaklanmak, olaylardan ders ve ibret almak demektir. 

                İlmî izahlar sadece akla değil, vicdanları tatmin edecek manevi izahlarla bütünleşmeli. İmanlı depremzedelerin manevi şehit olduğu, imanlı olanların kaybolan mallarının sadaka hükmüne geçtiği inancı insanı hayata bağlar. Çünkü Allah hikmetinin gereği olarak görünen sebebleri tasarrufâtına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bâzan da bir madeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi mâdenî inkılâbât dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlâhî ile olur; başka olamaz.  (RN. Külliyatından)

                Kur’an: Bir musibete uğrayan kimse, ya Allah (c.c.) tarafından imtihan edilmekte veya işlediği bir kötülüğe karşı cezalandırılmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ sevdiği mü'min kullarına değişik şekiller altında musîbetler göndererek onları imtihan ettiğini ve bu musibetlere karşı gösterdikleri sabır ve tevekkül neticesinde de büyük mükâfatlarla mükâfatlandırılacaklarını bildirmektedir. İnananlar içerisinde peygamberlerin Allah'a en yakın oldukları halde, musîbetlerin en büyüklerine uğradıkları görülmektedir.

                Hz. Muhammed (s.a.s) de Mekke döneminde büyük musîbetlere maruz kalmıştır. Kavmi tarafından yalanlanmış, işkence görmüş, ölümle tehdit edilmiş, taşa tutulmuştur. Taiflilerin saldırısından kurtulduktan sonra, ellerini kaldırıp Rabbine şöyle seslenmişti: "Ya Rabbi" Gerçekte benim üzerime çöken bu musîbet ve eziyet, şayet senin bana karşı bir gadap ve öfkenden ileri gelmiyorsa, ben buna aldırış etmem ve gönülden tahammül ederim. Allah Teâlâ da ona; "Ey Muhammed! Sen de, "azim ve sebat" sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sabret" (el-Ahkaf, 45/35) şeklinde vahyetmiştir.
              Allah, hidayet ihsan edip rahmet nuruyla kuşattığı mü'min kullarım, bir takım dünyevî zorluklarla imtihan ederek bunu onlar için bir rahmet vesilesi kılmıştır. Kur'an-ı Kerîm: "And olsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiklikle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet dokunduğu zaman "Mutlaka biz Allah içiniz ve mutlaka O'na döndürüleceğiz" derler" (el-Bakara, 2/155-156).
              Bu ayetler, her ne şekilde olursa olsun, karşılaşılan bir belâ ve musîbet karşısında inanan kimselerin göstermesi gereken tavrı ortaya koymaktadır.
              Musîbetler bilen için Allah’a sığınmanın bir vesilesidir. Aynı zamanda iman ile nifakın arasını ayıran ve münafık tiplerin kalplerindeki nifakı açığa çıkaran bir imtihan aracıdır.  

     Bu tür musibetlerde milletimizin yardımlaşması her zaman olduğu gibi takdire şayandır. Yaraları sarmada önemli bir dayanışmadır. Elazığ ve Malatya’daki yaralar da Millet- devlet dayanışmasıyla sarılacaktır inşallah.

                Asıl musibet dine gelen musibettir. Cenabı Hak ilkönce bizleri manevî ve dini musibetlerden muhafaza etsin. Amin.