EMROLUNDUĞUMUZ GİBİ İSTİKAMET: İLÂHÎ DENGEDE BİR HAYAT (1)

EMROLUNDUĞUMUZ GİBİ İSTİKAMET: İLÂHÎ DENGEDE BİR HAYAT (1) Kıymetli Okurlarımız! Bu haftaki makalemizde hayat yolculumuz hakkında olacaktır

EMROLUNDUĞUMUZ GİBİ İSTİKAMET: İLÂHÎ DENGEDE BİR HAYAT (1)

Kıymetli Okurlarımız!

Bu haftaki makalemizde hayat yolculumuz hakkında olacaktır. Bu yolculuğumuz ya doğru istikamet üzerine ya da yanlış istikamet üzerine olmaktadır. Rabbimizin razı olduğu istikamet Fatiha suresinde geçtiği üzere dosdoğru istikamet üzere olan yoldur.

Kur’ân-ı Azîmüşşân’ında Cenâb-ı Hak, yaratılış gayemizi şöyle beyan buyurur:

“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.”(Zâriyat, 56)

Bu ilâhî gayenin, yani kulluğun tam olarak gerçekleşmesi, daha açık bir ifadeyle şuurlu bir kıvamda olması için Cenabı Hak; insan hayatını belli med-cezirlerle muhatap bir vasıfta düzenlemiştir. Tâ ki insanoğlu kuru kuruya değil, kendisine verilmiş olan iradeyi en güzel şekilde kullanarak tercihli ve istekli bir vasıfta kulluk yapsın.

MED VE CEZİRLER/ÇALKANTILAR/FIRTINALAR

Peygamberlerden tutun sıradan fertlere kadar Cenâb-ı Hak, insanoğlunu daima bela denizlerinde dev çalkantılara tâbî tutmuştur.

İnsanın yapısında iki kutup vardır. Biri daima kötülüğü emreden bir nefis. Diğeri de ilâhî  olan iyiliğe yönlendiren nefis.

Bu sebeple insan bir uçta esfel-i sâfilîne yani aşağıların en dibindeki bir uçuruma doğru çekilirken, diğer yandan âlâ-yi illiyyîne, yüceler yücesine davet edilmektedir. Yani;

YA CENNETE YA CEHENNEME

İnsanoğlu dünya hayatında tâbî tutulduğu imtihanların neticesine göre ya ilâhî gazaba müstehak olup da cehenneme düşecek yahut da ilâhî rızâya mazhar olup cennetlere kavuşacaktır.

Bir tarafta insanı cehennem ateşine çağıran şeytan ve vesveseleri, nefis ve fısıltıları…

Öbür tarafta onu «Selâmet Yurdu» olan cennete davet eden ilâhî kitap ve hitaplar, beşeriyetin yol göstericileri peygamberler ve onların vârisleri olan Hak dostları…

Âyet-i kerîmede buyurulmuştur ki:

“Emrolunduğun gibi istikamet üzere ol!..”(Hûd, 112)

Bu ayet nazil olduktan sonra Rasûl-i Ekrem -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in mübarek saç ve sakallarına aklar düşmeye başladı ve Fahr-i Kâinat Efendimiz şöyle buyurdu:

“Hûd Sûresi, beni ihtiyarlattı.”(Tirmizî, Tefsîr-iSûre 56/6)

Abdullah İbn-i Abbâs -radıyallâhuanh- der ki:

“Kur’ân-ı Kerim’de Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- için bu âyet-i kerîmeden daha şiddetli bir hitap vâkî olmamıştır.”(Nevevî, ŞerhuSahîh-i Müslim, II, 9)

Efendimiz -aleyhisselâm-’ın hayatının tamamı bu emre riâyetten ibarettir. Dolayısıyla Hazret-i Peygamber’in, «dosdoğru olmak» emriyle alâkalı endişesinin ve saçlarına aklar düşmesine sebep olacak derecede dertlenmesinin asıl sebebi, ümmetinin bu emre ne kadar riâyet edebileceği meselesidir. Nitekim O’nun bu hâli yani ümmetine olan düşkünlüğü, şefkati ve merhameti, âyet-i kerîmede şöyle anlatılır:

“Andolsun ki size kendi içinizden öyle izzetli bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkündür. Müminlere karşı raûf(çok şefkatli) ve rahîm (son derece merhametli)dir.”(Tevbe, 128)