Erkekler Artık Tuzluk Gibi: Oradan Al Şuraya Koy!

Erkekler Artık Tuzluk Gibi: Oradan Al Şuraya Koy! Serdar Kılıç'ı oldum olası severim

Erkekler Artık Tuzluk Gibi: Oradan Al Şuraya Koy!

Serdar Kılıç'ı oldum olası severim...
Televizyonda ki programlarını keyifl eizlerim. Hayranlık uyandıran bir kişiliği var bende.
Doğayla arasında kurduğu mütiş bağı, doğaya olan sevgisi, sesindeki huzur ''ekmeğini taştan çıkartan'' güçlü duruşu görmeyi arzu ettiğimiz ama ne hikmetse giderek nesli tükenmekte olan bir kişilik gibi gelir bana...
Ayşegül Genç'in bu yazısını okuyunca kendime daha çok haber verdim doğrusu... Yazar düşüncelerime tercüman olmuş sanki..
Modern hayatın giderek geçlerimizi nasıl etkilediğini gözler önününe seren bu güzel yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum...

Evlenemeyen, evlense bile sorumluluk alamayan, okuyamayan, okusa bile iş kuramayan, borç altına giremeyen, ekmeğini taştan çıkaramayan, kendi kendisini idare etmekten aciz, bahanelere sığınan, çocuk gibi mızmızlanıp duran garip bir cins türedi. Dışından bakımlı, kibar ve ince görünen bu cins “güvenilirlik” açısından maalesef sınıfta kalıyor. Erkek mesuliyetten uzaklaştıkça oradan alınıp oraya koyulan bir meta haline geliyor. Tuzluk gibi.
Bir derginin okuyucuları Serdar Kılıç’ı dünyanın en güvenilir erkeği seçmişler. Onca insan içinden Serdar Kılıç’ın güvenilir seçilmesi elbette manidar. Çünkü zaman ilerledikçe erkeğin doğadan kopuşunu izliyoruz. Doğayı alt eden, eşine yiyecek getiren, yuvayı ısıtan, kömür taşıyan erkeğin yerini sandalyesinden tuşlara basarak sadece ekonomik çarka meta olan erkek alıyor. Erkek tanımı değişiyor. Zorluklara yaratıcının bir lütfu olan “güç” ile karşı koyması beklenen erkek gün geçtikçe zayıflıyor. Teknoloji bir cam fanusa dönüşüp insanlardan turşu yapmayı başarıyor. Araştırmalara göre son 50 yılda hayatımıza teknoloji sayesinde 100 binden fazla yeni kimyasal girdi ve bu kimyasallar “endokrin bozucular” olarak adlandırılıyor ve cinsiyet hormonlarına zarar veriyor. Yani erkekler modern yaşama ayak uydurup doğadan uzaklaştıkça ve hilkate aykırı bir yaşam sürdükçe hem ruhen hem biyolojik olarak geriliyor.

Güçlü olursa ve onun gücüne muhtaç insanların varlığını idrak ederse mutlu olan ve mutlu eden erkek; kaprisli ve çıtkırıldım bir hale büründükçe dengeler alt üst oluyor. Yapısı gereği bir erkek eşinin ve çocuklarının mesuliyetini aldığı sürece kendi hikayesinin öznesi olabilirken, nefsi istekler peşinde koşmaya başladıkça binlerce hikayenin nesnesi haline gelebiliyor. Böylece daha bir hikâyeye başlayamadan, kendisindeki o “güç” adı verilen potansiyeli fark etmeden ölüp gidiyor.

Serdar Kılıç’ı ayrıcalıklı kılan sadece onun doğayla uyumu değil. Onun karnı aç olmasına rağmen yaralı bir tavşanı iyileştirmeye çalışması yahut o kendine has ses tonu ile hikayeler anlatması, sürekli bir tefekkür hali içinde olması onu diğerlerinden ayırıyor… Böylece içi merhametli ve sıcak, dışı güçlü ve kuvvetli bir erkek profili çiziyor. Bu profil program formatı gereği de olabilir, rol icabı veya bir kurgu sonucu böyle bir mesaj da veriliyor olabilir ama öyle bile olsa erkeğin özüne yolculuğu her zaman böyle kapalı gişe oynuyor.

Bir adam Peygamberimize gelir. Güçlü, kuvvetli ve yakışıklı. Yumruğunu vursa yer sarsılacak. Müslüman olmak istediğini söyler. Buna memnun olan Efendimiz ridasını adamın altına serer. Adam bir anda gözyaşlarına boğulur. Sebebini sorduklarında adam şöyle der. Ben yetmiş kız çocuğumu kendi ellerimle öldürmüşken acaba Allah beni affeder mi? İmanın geçmiş hayatı formatlayışına işte böyle şahit oluyoruz. Ama asıl şahit olduğumuz şey şudur: Gücün iman ile eğrilmesi, adalet ile bilenmesi... Güç ve iman yan yana geldiğinde merhamet ve nefis muhasebesi açığa çıkıyor. İman azaldıkça ve insan dinin yapıcılığından uzaklaştıkça güç sadece şiddetin dinamosu haline geliyor.

Erkeğin maçoluğunu eleştiren kadınlar karşı cinsi törpüleyerek bir çıkmaz sokak inşa ettiklerinin farkında değiller. Erkekten kadına has duygulanımlar bekleyerek bir nevi zulme yaklaşıyorlar.
Oysa günümüzde kendisinde “güç ve iman” gibi iki ayrı potansiyel bulunan beyefendilerin çoğu halen garip bir acziyet içinde. 40 yaşına gelen ama daha ne yapacağına karar verememiş bir sürü insan var. Evlenemeyen, evlense bile sorumluluk alamayan, okuyamayan, okusa bile iş kuramayan, borç altına giremeyen, ekmeğini taştan çıkaramayan, kendi kendisini idare etmekten aciz, bahanelere sığınan, çocuk gibi mızmızlanıp duran garip bir cins türedi. Dışından bakımlı, kibar ve ince görünen bu cins “güvenilirlik” açısından maalesef sınıfta kalıyor. Erkek mesuliyetten uzaklaştıkça oradan alınıp oraya koyulan bir meta haline geliyor. Tuzluk gibi.

Diğer yandan kamusal alana kadın müdahil oldukça yine erkek geriliyor. Erkeğin maçoluğunu eleştiren kadınlar karşı cinsi törpüleyerek bir çıkmaz sokak inşa ettiklerinin farkında değiller. Erkekten kadına has duygulanımlar bekleyerek bir nevi zulme yaklaşıyorlar. “Erkek milletinin” bu yontulmuş hali ne işimize yarayacak, özünden ayrılan yeni bir cins kime fayda sağlayacak anlamış değilim. Yağ bağlamış göbek salmış, alışveriş tutkunu olmuş, iki adım atsa nefes nefese kalan, koyundan korkan, savaştan tırsan, ottan kaçan bu yeni cins daha ortaya çıkarken sizce de güvensizliği beraberinde getirmiyor mu? Oysa diğer yandan kadınlar böyle olmasını istedikleri erkekleri de güvenilir bulmuyor. Öyleyse buna da sadece ‘kadının erkeğe karşı verdiği bir iktidar mücadelesi’ diyebiliriz. Erkeği alt etmek adına beğenmediği, güvenmediği yeni bir cins ile hayat sürdürmek de iktidar olma hırsının dünyadaki cezası olsa gerek.

Bir yandan doğadan kopuş, bir yandan kadınların tutumu diğer yandan modern yaşamın tek tipleştirme çabası ve bu cenderede erkeğin erkek kalabilme savaşı…

Ne diyelim kimse kimseyi dönüştürmeye çalışmasın, kimse fıtrata aykırı davranmaya zorlanmasın efendim. Erkek gücün içinden merhameti çekerek zulmetmesin. Kadın da merhametin içine zulüm katarak güç kazanmaya çalışmasın. Zaten bir mümin güçlendikçe merhamet eder, bir mümine de merhamet ettikçe güçlenmez mi?