GERÇEK SEVGİ VE KALBİ MUHABBET

'GÜZLE KÖŞKÜNDEN ESİNTİLER

“GÜZLE KÖŞKÜNDEN ESİNTİLER.”

GERÇEK SEVGİ VE KALBİ MUHABBET

İnsanlığın, Müslümanların, milletin ve hepimizin en muhtaç olduğu konu: muhabbet ve sevgi. Ekranlar, piyasa, sokak ve buraların araç ve algı operasyonları toplum olarak hepimizin dengelerini sarstığı ve bozduğu doğru. Bu tespitin ardından çözümü de müzakere etmemiz gerekir. Bu panzehirin ilacı muhabbet ve sevgidir. Bunu kullanacak dildir, tavırdır, yaşayıştır, haldir. Örnek olmaktır. Bu konuda Bediüzzaman Said Nursî’nin bu konudaki çok önemli ve çözüm ortaya koyan fikirleri vardır. Şöyle ki:

“Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. İnsanlığın mayesidir. Şu kâinatın bağı ve râbıtasıdır. Kâinatın nurudur ve hayatıdır. İnsan, kâinatın en önemli meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine konulmuştur. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir Kemâl sahibi olabilir. En önemli ve asıl olan bu muhabbeti verenin maksat ve iradesine uygun kullanabilmektir.”

“Kâinatta bütün sanat güzellik ve zînet gösteriyor ki: kâinatın yaratıcısının o sanatlarında ehemmiyetli bir irade, kuvvetli güzellik, süs vardır. Bu irade ve taleb ise; o yaratıcı, yüksek bir muhabbet ve Kemâlât-ı san'atına karşı kudsî bir rağbet var olduğunu gösteriyor. Şu muhabbet ve rağbet ise, masnuat içinde en münevver ve mükemmel ferd olan insana verilen bu muhabbeti çok iyi anlayıp yerinde kullanmak lazım.”

“İnsandaki o muhabbet ve havf, ya halka veya Hak’ka müteveccih olacak. Halktan korku elîm bir belâ, halka muhabbet ise belalı bir musibettir. Çünki: dünyevi noktada öyle insanlardan korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabûl etmez. Böyle bir havf, korku elîm bir belâdır.

Muhabbet ve sevginin iki yönü; sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah'a ısmarladık demeyip gider. -Gençliğin ve malın gibi.- Ya ona yönelttiğin sevgi ve muhabbetin için seni tahkir edip hakaret eder. Bunun en çarpıcı örmeği mecâzî aşklarda görülür. Dünyevi sevgi ve muhabbetlerin yüzde doksandokuzu, maşukundan şikâyet eder. Neden? Çünki: muhabbeti ve sevgiyi insan kalbine koyan yaratıcıya verilemeyen sevgi ve muhabbet dünyevî sevgililere yönlendirilmesi, o duygunun amacından sapması ve eksen kaymasıdır. Sakildir, ağır bir vebaldir ve reddeder. Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvânî sevmekler, bahisten hariçtir.)”

Muhabbet ve sevgi Allah hesabına değil de, mahlûkata karşı olursa bu leziz nimet çok elîm bir nıkmet olur. Çünki muhabbetin sebebi, ya Kemâl ve mükemmelliktir; zira Kemâl zâtında sevilir. Yahut menfaattır yahut lezzettir veyahut hayırdır. Veya bunlar gibi bir sebeplerdir. Esas olan insanın kendi ego ve nefsine muhabbet değil, belki adavet ve düşmanlık etmesidir. Veyahut acıyıp, tatmin olduktan sonra şefkat etmelisin. İnsan nefsini sever, çünkü: nefis lezzet ve menfaatin kaynağıdır. Nefis; lezzet, menfaat, zevkin meftunusun.  Fakat o lezzet ve şahsî menfaati, nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etmemek lâzım.”

“Gerçekte hakikî lezzet, muhabbet, Kemâl ve fazilet odur ki; başkasının tasavvuruna bina edilmesin, zâtında bulunsun ve bizzât bir hakikat-ı mukarrere olsun.”

“Hiçbir çiçek evlat kokusu kadar güzel kokmaz.” Doğrudur. Ama kalbe muhabbeti koyanın O’nun yolunda kullanacağı bir muhabbet olmalıdır bu.
Sevdiğimiz insanlara, onları sevdiğimizi söyleyip, her fırsatta sevdiğimizi hissettirelim. İşte güzel bir örnek ve tatbikat.
Bir gün ermişlerden birine sormuşlar; "Muhabbet ve sevginin sadece sözünü edenlerle, onu
yaşayanlar arasında ne fark vardır?" diye: Ermiş kişi şöyle demiş:

"Bakın, göstereyim" demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından derviş kaşıkları denen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş. Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz diye bir de şart koymuş.

“Peki!” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine;  "Şimdi!" demiş ermiş;

“Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. Buydun deyince;

Her biri uzun boylu kasığı çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

"İşte" demiş ermiş, “Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın; gerçek pazarında alan değil veren kazançtadır daima..."

Muhabbet ve sevgimizin bir ömür boyu yakından uzağa bütün dostları ve kâinatı kucaklayacak şekilde kalp ve gönülleri sarması dilek ve temennisiyle.  NEJAT EREN GÜZLE GÜNDOĞMUŞ ANTALYA