"GÜZLE KÖŞKÜNDEN ESİNTİLER." - DÜNYA SALTANATI VE İKİ BARDAK SU

İnsanoğlu kendisine verilen maddi ve manevi nimetler olan her türlü cihaz, duygu, organ ve hislerini yerli yerinde kullanabilse çok daha mutlu ve bahtiyar olacak

İnsanoğlu kendisine verilen maddi ve manevi nimetler olan her türlü cihaz, duygu, organ ve hislerini yerli yerinde kullanabilse çok daha mutlu ve bahtiyar olacak. Ne çare ki; bu çoğumuz için ve çoğu zamanda mümkün olmuyor.
Normal ve sıradan insanların nimetleri takdir etmemesi sadece kendi iç daire ve dünyalarını karartır. Ama sorumluluğu olanlar hem kendilerine hem de muhatap oldukları inşaların bu nimetlerden mahrum kalmasına sebebiyet verdikleri için birçok yanlışlığı beraberinde getirir
Dünya ve mal hırsı çoğu zaman manen gözleri kör edip hiç ölmeyecekmiş gibi mala, maddiyata, paraya, makama, şöhrete odaklandırır. Kazandık zannederken çoğu zaman kaybediyoruz. Acı olanı bunun da farkında olamıyoruz.
Bu durum zengin, fakir, yaşlı, genç demeden çok fazla fark etmiyor. Hırs ve kan bürüyen gözler en büyük saltanat, mutluluk olan nimetlerin şükründe sınıfta kalıyor. Cenabı Hak tarafından ihsan edilmiş olan bunca nimeti görmüyor göremiyor.
Konuya açıklık getirecek ve ibret alınacak tarihten bir örnek verelim:
Zamanın birinde, zenginliği tüm dünyaca bilinen bir hükümdar varmış. Bu devletli kişi her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergileyip insanlara göstermekten de çok büyük bir haz alıp onur duyarmış. Bu haşmetli hükümdarın çok sevdiği ve güvendiği, akıl hocası bir bilge kişisi varmış.
Bir gün bu bilge kişiyle başbaşa otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş:
"Sen göklerin sırlarını bilen, ilim ve bilime yön veren bir adamsın. Hükümdar gibi güçlü İnsanlar da, savaşçılar gibi onurlu insanlar da senin ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi böyle meşhur ve bilge bir adamın bir konudaki fikrini merak ediyorum”, diyerek şu soruyu sormuş:
"Senin, benim bu hükümdarlığım ve servetim hakkında düşüncen nedir?"
Bilge insan bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakıp iyice onu bir süzdükten sonra şöyle devam etmiş:
"Hükümdarım, diyelim ki kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Çok susadınız. Su da yok. Bende de bir bardak su var. Ölmemek için, size uzatacağım bu bir bardak suya servetinizin yarısını verir misiniz?"
Hükümdar tereddütsüz:
"Verirdim tabii." Demiş.
Bilge kişi devam etmiş:
"Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?"
Hükümdar biraz düşünür ve ardından "Ölmemek için evet" der.
Bunun üzerine bilge kişi manalı manalı gülerek, taşı gediğine koyup şunları söyler:
"Haşmetlim, madem öyle, o zaman fazlaca övünmeyin. Çünkü sizin gözünüzde büyüttüğünüz dünyalık servetiniz işte yalnızca bu iki bardak sudan ibarettir."
Bu cevap, tespit ve nasihat karşısında yüce ve haşmetli Padişah sessiz bir düşünceye dalmış.
Hikâyenin sonucunu bilmiyoruz.
Padişah bu övünmelerden, şaşaadan, debdebeden, keyfi hareketlerden vaz geçti mi? Dünya saltanatının faniliğini ve geçiciliğini görüp; hak ve adaletli, nezaketli ve selametli yola geldi mi?
Gelmemişse sonunun iyi olmadığı kesin! Çünkü bunca nimeti verene karşı bunların hakkını eda etmekte, eğer halkına haksızlık ve zulüm etmişse bunların bedelini ödemek, mağdur ettiği masumlar varsa olanlara yüksekten bakıp hor görüp zulüm yapmışsa onların karşılığını ödemek te öyle kolay bir mesele değil.
Cenabı Hak Son nefeste, m verdiği her türlü nimetin kadrini bilip şükrünü eda edenlerden eylesin inşallah. (Amin)  NEJAT EREN