İNSANLAR GERÇEK HAYAT VE UMUTLAR

'GÜZLE KÖŞKÜNDEN ESİNTİLER

“GÜZLE KÖŞKÜNDEN ESİNTİLER.”  

İNSANLAR GERÇEK HAYAT VE UMUTLAR

İnsanoğlu eşrefi mahlûkat olan çok farklı bir yaratık. Yaratılış gayesini bilemezse mutsuzluk girdaplarında bocalar, -deyim yerinde ise- tepinir durur. İyi bir insan ve onu yaratana iyi bir kul olduğunu anlaması halinde ise; hayatın hep güzel taraflarına bakar ve hem kendi mutludur, hem de etrafına mutluluk dağıtır.

Bir grup üniversite mezunu sınıf arkadaşları yıllar sonra buluşup profesör hocalarını ziyarete giderler.
Hocanın evinde koyu bir sohbet başlar.. Konular malûm;

“İşinden memnun olmayanlar.”

“Eşinden şikâyetçi olanlar.”

“Yıllardır istediği arabayı alamayanlar.”

“Yakınlarının hastalıklarından bıkanlar.”

“Yorulanlar,  mutsuz olanlar, işini değiştirmek isteyenler.”

“Ev ve araba yenilemek isteyenler.”

“Tekne sahibi olmak isteyen.”

“Bulunduğu şehri sevmeyenler.”

“Çocukları okula başlayacak olanların okul, kolej, üniversite seçim dertleri.”

Profesör  bu yakınmaları gülümseyerek izler..Sonra;  "Ben bir kahve koyayım size." Der.
Mutfağa gider. İlkönce koca bir termosa mis gibi bir kahve hazırlar. Sonra bir tepsiye birbirinden farklı fincanlar dizer.. Fincanların birinin kulpu kırık, öbürü çok özel ince porselen, bir diğeri daha büyük, biri daha derin, birisi şirket markalı… vb. Hoca salona gelir, fincanları ve termosu masaya bırakır. Talebelerine -"Hadi..Fincanlarınızı alın, kahvenizi koyun!" der. Herkes fincanını seçer. Tabi ilkönce en güzel ve değerli olan fincanlar seçilir. Sona kalanlar kulpsuz ya da daha defolu olan fincanlarla kahve içmek zorunda kalırlar. Seçilen fincanlara kahveler doldurulup yudumlamaya başlanır. Herkes te bir damak tadı keyfi;  - "Ohhh. Nefis ya. Mis mis... Ne kadar ihtiyacımız varmış..." sesleri yükselir.
Profesör manzarayı gülümseyerek seyreder ve sonra söze başlar;
  "Ah benim toy canlarım! Tepsiyi ilk getirdiğimde düşünmeden en güzel fincanı seçmek için elinizi uzattınız ve seçtiniz! Aynı yaşanan hayat gibi! Hayat da böyledir işte! Herkes hayatın hep güzelliğini ister ve aynı güzellikte sürmesini arzu eder.”

“Biz insanlar herşeyin en düzgününü istesek de, hayatın akışı ve hikmeti gereği bazen bizim dışımızda gelişen olaylarla bize kalanlar eksik parçalı ya da daha durgun olabiliyor...”

“Şimdi hepinizde çok farklı fincanlar var. Birinin kenarı kırık, biri diğerinden küçük, biri sade, biri şatafatlı. İlk yöneldiğiniz, görüntüsü itibariyle istediğiniz fincan. Ama sonra size kalan neyse, o fincanla da yetindiniz. Koca termostan elinizdeki farklı fincanlara hepiniz aynı mis kokan kahveyi koydunuz ve kahveyi yudumlayınca elinizdeki fincanı unuttunuz ve hepiniz derin ve mutlu bir "ohhhh" çektiniz.
İşte hayat da böyle. Geliş tarzı, kullanım şekli, görüntüsü farklı da olsa hepimizin hayatı aynı içilen bu kahve gibi hep aynı güzellikte ve tattadır.” Der. Ve son sözü söyler!

“Lütfen hayatınızı kahvenizi yudumlar gibi derin bir "ohhh" çekerek ve her anından keyif almayı bilerek yaşayın. Size nasıl sunulduğuna bakmadan!”

Hayata sadece maddi değerler ölçüsünden bakmak büyük bir yanılgıdır. Manevi değerleriyle kabullenip yaşamak iki dünya mutluluğuna giden en kısa ve garantili tarz ve yoldur. 

Asrın Müceddid ve müctehidi Bediüzzaman Said Nursî zamana ve hayat konusunda çok harika bir tespit yapar:  “Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil. Lâakal (en azından) günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye  (ahiret ambarı) olan bir mescide veya bir seccâdeye at.” (Sözler, Yirmibirinci Söz)

  Gerçek kulluğa yakışır bir hayat yaşayıp yaşatmak ümit ve temennisiyle. Nejat EREN