KURÂNÎ HÜKÜMLER VE MÜSLÜMANLARIN DURUŞU

KURÂNÎ HÜKÜMLER VE MÜSLÜMANLARIN DURUŞU 'Din bir imtihandır' der Bediüzzaman

KURÂNÎ HÜKÜMLER VE MÜSLÜMANLARIN DURUŞU
“Din bir imtihandır” der Bediüzzaman. İmtihan, teklif edilen, verilen sunulan bilgilerin dooğru algılanıp, anlaşılıp, hazmedilip edilmediğini ölçmek için yapılır.
İslamiyette, ona inananların en büyük imtihanlarından olan dinin hükümleri şartlar çerçevesinde helâllara uymak, haramlardan kaçınmaktır. Haramların, “vacip” olma şartları olağanüstü hallerde mümkündür. Çaresiz ve en zaruri şartlarda insan eti yemek, elin kesilmemesi için çürümüş parmağın kesilmesi gibi.” Bu tür cevazlar İslâmın insanlığa, adil ve makul bir ikramıdır.
Asrın hastalığı olan: tahrip, terör, müstehcenlik, kışkırtma, anarşi, koyu cehalet, ateizm, deizm, inat, garaz, intikam, taklitçilik, habis gevezelik, ötekileştirme, zulüm, adaletsizlik, boşboğazlık!...vb
Buna karşı Kur’an ve Sünnete dayanan ve saadet kaynağı olan meşru ve hakkıyla yapılacak “meşveret” can simididir. Bu ruhtan uzak olmak büyük bir vebal, aykırılık ve handikaptır. Birçok yanlışın, günahın, ithamın ve haksızlığın kaynağıdır. Ümmet ve insanlık bu acıyla kıvranıyor.
Gerçeklerle yaşama ve hakikatlerle yüzleşmenin yolu ve usulü: “Müştebih (birbirine benzeyen) ağaçları gösteren semereleridir.” “Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz” tespitidir.
Hakperest, makul, mantıklı ve akılcı düşünce, yaşama ve tatbikatlara susayan bir toplum ve ümmet var! Bütün problemlerin çözümü akılcı, insaflı, adil, saydam ve makul esas, düstur, prensip ve uygulamalardadır. Helal-haram çizgisinde radara yakalanmamak hayati önem taşımaktadır.
“Bir hükümeti, şahsı, grubu, cemaati, milleti, olayı ve faaliyeti değerlendirmedeki kıstas ve ölçü; “Nokta-i nazar, hasenâtın, seyyiâta (sevabın-günaha) tereccühündedir. (tercihindedir.) Yoksa seyyiesiz (günahsız) insan, heyet, hükümet, bulmak mümkün değildir. Bunun aksi anarşizm olur. Allah Korusun!
İslâmiyetin faziletleriyle ziynetlenmeyen bir kalpten hakiki hamiyet, sadakat ve adalet beklenemez. Liyakat, maharet, tecrübenin salahatla karıştırılmaması lâzımdır. Günahkâr birisinin kendi alanında çok güzel işler yapıp başarılara imza atabileceği” gerçeğini göz ardı etmek bir büyük hatadır.
Büyük işlerde sadece kabahat ve noksanları görenin ya aldanıp, ya da aldatacağını, cerbezenin özelliğinin ise hep kusurları büyüterek güzellikleri göstermemek olduğu” tespiti çok önemli bir ikazdır.
“Güzel gören, güzel düşünen güzel rüya görür, güzel rüya gören hayatından lezzet alır.” muhteşem tespiti hayatın çekilmez zannedilenlerini gül suyuyla bezeyip saadete döndürür.
Hastalıklar gizlenir veya teşhis edilemezse çok daha zararlı olur.” Sıkışan buhar bir menfez veya yol bulup çıkamadığı zaman deprem meydana gelir. “Halı altına süpürülen olayların” bizi zamanla sık boğaz edeceğini unutmamak gerek!
“Bazan hayırdan şer; bazan da şerden hayır doğacağı.” Hayatın ve fıtratın bir gerçeği! Şerlilerin, şerlerinin bile hayır yapanların maksadına hizmet edebileceği ibret derslerini iyi okumak lâzım. Nice şer gibi görünenlerin, hayırlara vesile olduğu ve bundan sonra da olabileceği gerçeğini unutmamalıyız.
Eskiden zengin olan Müslümanların, şimdi tersine dönen hikmet ve sebeplerinin: “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm: 39.) Ayetindeki çalışma arzusu ve peygamberin (ASM), “Çalışıp kazanan, Allah’ın sevdiği bir kuldur” hadisi şerifinin mana ve özüne uygun yaşanmazsa kadre mahkumiyet olur. Meşru ve helâl dairede kazanmanın bir nimet olduğu ve bu nimetin şükrünün eda edilmesi emrine uymayan Müslümanın ikaz veya cezaya maruz kalması hikmetin gereğidir.
Allah’ın kelâmına hizmetin şu zamanda maddi bakımdan da ilerlemeye bağlı olduğunu bilip bunun meşru yolda çarelerini bulmak. Zamanın şartlarına göre, kazanca kanaat ile, hazır ücrete tabi olmayı ayırt etmenin önemini fark etmek. Bu alanda fert ve camia olarak sosyal ve iş hayatında müspet bir teşebbüsü icraata geçirmek.
Tevekkül inancındaki, hakiki ihlâs ile, tembelliğin tevekkül ile karıştırılmasının yanlışlığını fark etmek. İşin başında gereken doğru prensiplerle yola koyulmak. Tembelliğin bahane ile tevekkül olarak algılanması. İslâmiyette olan tevekkülün ise, işin başında bütün şartları yerine getirdikten sonra vazife-i İlâhiyeye karışmamak olan neticeye razı olup katlanmak olan İslâmî inanca uygun hareket etmenin gereğini kavramak. ”
Netice olarak: “Meşru daire keyfe kâfidir, Harama girmeye gerek yoktur.”
NEJAT EREN