ÖLMEYE RAZI; ÖLDÜRMEYE İSE ASLA RAZI OLMAYANLAR!

'GÜZLE KÖŞKÜNDEN ESİNTİLER

“GÜZLE KÖŞKÜNDEN ESİNTİLER.”
ÖLMEYE RAZI; ÖLDÜRMEYE İSE ASLA RAZI OLMAYANLAR!
İnsanlık tarihi, aklı, muhakemesi, cesareti, fıtratı ve ilmiyle haklı olduğuna inandığı dâvâsını haksız duruma düşmeden anlatabilen bazı örnek ve bayrak şahsiyetlerini kaydetmiştir. Bu örnek şahsiyetlerden öne çıkanları; YENİ ASYA GAZATESİ, köşe yazarlarından Latif Salihoğlu 23 Aralık 2021 tarihli gazetedeki köşesinde yazmış. Bu önemli tespitleri can dostlarla paylaşmak istedim.
Mahatma Gandi, Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin sembol isimlerindendir. Martin Luther, Amerika’da siyah ırk karşıtlığıyla mücadeleyi başlatan ve başaran Müslüman liderdir. Nelson Mandela, Güney Afrika’daki ırkçı ayrımcılık için ömrünün çoğunu hapishanelerde geçiren bir kahramandır. Bediüzzaman Said Nursî; siyasetten ve dünyevilikten uzak, bu ülkede, hürriyet ve hukuk mücadelesiyle kimsenin burnunu bile kanatmadan İman davasını dünyaya duyuran bir müctehiddir.
Bu şahsiyetlerin ortak özellikleri; Davaları uğrunda ölmeye razı, kırmaya, ötekileştirmeye, hakaret etmeye, öldürmeye ise asla razı olmadıklarıdır. Bu kahraman ve örnek şahsiyetlerin hangi yolla bunu başardıklarını, YENİ ASYA GAZETESİ yazarı Latif Salihoğlu şu tespitlerde bulunuyor.
“Mahatma Gandi: 1869-1948. Mahatma Gandi’nin ülkesi Hindistan, İngilizlerin sömürgesi altındaydı. Zulüm ve haksızlık, had safhaya çıkmıştı. İnsanlık haysiyetine yakışmayan bu uygulamaya razı olmadı. Karşı çıktı, mücadele etti. Bu uğurda çok çileler çekti. On binlerce Hintli vatandaşıyla birlikte hapse atıldı (22 Aralık 1932’dehapisten çıktı), sürgüne yollandı. Ancak, yine de yılmadı, mücadeleden vazgeçmedi. Üstelik, birtek mermi kullanmadan, bir tek insanın canını yakmadan. Çok ağır bedeller ödedi, çok sayıda dâvâ arkadaşını kaybetti. Kendisi de birkaç kez sûikasta uğradı. Ancak, sonunda muvaffak oldu. Ülkesini sömürge durumundan kurtararak,1947’de bağımsızlığına kavuşturdu.”
“Martin Luther: 1929-1968. Aslen Afrika kökenli zenci Martin Luther’in dâvâsı; bir insanlık ayıbı olan “ırk ayrımcılığını reddedip, eşit yurttaş haklarını” bütün samimiyetiyle savunmasıydı. Dâvâsını özellikle “Bir hayalim var” başlıklı konuşmasında son derece etkileyici bir üslûpla ifade etti ki, beyazlar dahi bu fikre hayran kaldı. Bu haklı davası yüzünden, çok eziyet gördü, itildi–kakıldı; hatta, bir sûikast sonucu vefat etti. Ancak, o yine de şiddete başvurulmasını hiçbir şekilde kabul etmedi. Ölümünden sonra, dâvâsı daha da parladı, haklılığı toplum nezdinde büyük kabul gördü. Martin Luther ve onunla aynı fikir ve ülküyle hareket eden zenci–beyaz Amerikalılar, dünyanın bu medenî ülkesindeki ırkçılık belâsı büyük ölçüde bertaraf edildi. Amerikalılar bir zenci lider seçtiler. Bu başarı şüphesiz, haklı bir dâvâ ve haklı metotlarla mümkün olmuştur.”
Nelson Mandela: 1918-2013 Güney Afrika. Nelson Mandela’nın ülkesinde de bir ırk ayrımcılığı belâsı vardı. O, bu utançla yaşamak istemedi. Mücadele meydanına atıldı. Mücadele metodu, Gandi ve Luther’le aynı paraleldeydi. Çok eziyet görmesine rağmen, kimseye eziyet vermemeye gayret etti. İmkânı olmasına rağmen, kan dökme ve şiddet kullanmaya kalkışmadı. Bütün iftira, hapislere karşı, dengesini bozmadı. Ülke içinde silâhlı çatışma yanlışıyla değil, duygu ve düşünceleri, fikrî mücadele metoduna yönlendirdi. 27 yıl hapse mahkûm edilmesine rağmen, bu çizgiden sapmamaya gayret gösterdi. Sonunda, başarıya ulaştı Hapisten çıktı. Bütün hayalinin “Bağımsız bir Güney Afrika Cumhuriyeti” kurmak olduğunu dünyaya ilân etti. Bu hayaline de 10 Mayıs 1994’te yapılan seçimde, bu ülkenin ilk siyahî devlet başkanı olarak kavuştu. 1993’te Nobel Barış Ödülünü alan Mandela, kendisine lâyık görülen “Atatürk Uluslararası Barış Ödülü”nü almayı ise reddetti. 5 Aralık 2013’te kendi ülkesinde vefat etti.
“Said Nursî: 1960 yılı Mart’ında Urfa’da 80 küsûr yaşında vefat eden Bediüzzaman Said Nursî’nin, neredeyse ömrünün yarısı hapislerde, sürgünlerde, zindanlarda geçti. En az yirmi kez ölüm ile burun buruna geldi. İdamla yargılandı, defalarca zehirlendi, değişik girişimlerle imha edilmek istendi. Ancak, o yine de “müsbet hareket” metodundan zerrece taviz vermedi. Zulme uğradı, ancak kimseye zulmetmedi. Ona işkence çektirenlere bedduâ bile etmedi. Kendilerine zulmedilse dahi, “mukabele–i bilmisil”de bulunmamaları hususunda talebelerine ders verdi, sıkı tembihlerde bulundu. Menfîce hareket edilmesi halinde, bundan mâsumların mutlaka zarar göreceğini hatırlatarak, yanlış yapan dindar dostlarını da uyarmaktan geri durmadı.
Hülâsa: Şiddete başvuranlar kaybedip hüsrâna uğrarken, Said Nursî, dâvâsında muvaffak oldu. Telif ve neşrettiği eserlerle küfrün belini kırdı, imân sancağını ise burçlara dikti.
Bu kâinat çapındaki geçerli hayat, metod ve tarzda devam etmek ümit ve temennisiyle.
NEJAT EREN ANTALYA