Örnek Kul son Resul'den Uyarılar: Haramlardan Sakın

  Kıymetli Okurlarımız! Bu haftaki makalemizde Efendimiz(sav)'in günlük hayatımıza ışık tutacak ve uyguladığımızda hep beraber kurtuluşa ereceğimiz bir hadisini ele almak istiyoruz

 

Kıymetli Okurlarımız!

Bu haftaki makalemizde Efendimiz(sav)’in günlük hayatımıza ışık tutacak ve uyguladığımızda hep beraber kurtuluşa ereceğimiz bir hadisini ele almak istiyoruz. Efendimiz bu sözüyle cennete giden yolun haramları terk etmekten geçtiğini söylüyor.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre o, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem;

– “Allah’ın haram kıldıklarını işlemekten sakın, Müslümanların en âbidlerinden olursun.”  (Ahmed . Hanbel, Müsned, II, 310; XVI, 289; Tirmizî, VIII, 275; Mişkat’l-mesâbih, hds no: 5171.)

Müslüman-Kemal İlişkisi

Her Müslüman’ın kemâle/olgunluğa meyilli ve istekli olduğunu düşünmek ve kabul etmek esastır. Çünkü böyle bir niyeti ve hedefi olmayan dindarın da dindarlığın da pek bir kıymeti yoktur. Din, dindarlık ve kemal “inandım” demekle başlayıp biten bir güzellikten ve özellikten ibaret değildir. O sürekli enine boyuna gelişmek, derinleşmek ve yücelmek ihtiyacındadır.

İnsanlar imtihan edilmeden sadece “inandık” demekle serbest bırakılacaklarını mı sandılar?” ayeti kerimesinde (El-Ankebut (29) ve diğer birçok ayet-i kerimede açıkça dünyanın sınav sahnesi olduğu ve kimlerin “kulluk/amel açısından daha güzel/mükemmel” olduklarının ortaya çıkarılması gibi bir temel hikmete dayandığı bildirilmiştir.

Kulluk sınavında fiilî açıdan üç önemli davranış bulunmaktadır. Bunların da ilk ikisi fevkalâde ehemmiyet arz etmektedir:

**Emredilenleri güç ölçüsünde yerine getirmek,

**Sakıncalı (haram) olanları mutlaka terk etmek,

**Şüpheli konularda duraksamak.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, açıklamaya çalıştığımız hadis-i şerif’te bu üçlü davranışın birbirlerine etki bakımından en önde gelenine işaret buyurmuş bulunmaktadır: Haramlardan sakınmak.

Nitekim Peygamber Efen­di­miz bir başka hadis-i şeriflerinde de konuya yasak ve emir sırasıyla açıklık getirmiş bulunmaktadır. Şöyle buyurmuştur:

“…Ben size neyi yasaklamış isem ondan derhal ve mutlak olarak kaçının, size neyi de emretmişsem gücünüz ölçü­sünde onu yerine getirin!”( Buhârî, İ’tisam 2)

Haramlardan sakınmak

Durumu şöyle de ifade etmek mümkündür: Haramlardan sakınmak, pek tabii olarak emirleri/farzları yerine getirmeyi de gerektirir. Fakat emirleri/farzları yerine getirmek, mutlaka haramları terk etme sonucu doğurmayabilir. Bu durum özellikle günümüz Müslümanları olarak bizlerin hayatında görülen inkârı mümkün olmayan acı bir gerçektir. Namazında niyazında, ibadetinde olan kimi Müslümanların ne gariptir ki günlük yaşayışlarında haramlar da görülebilmektedir. Özellikle günümüz şartlarında ne kadar dikkat edilirse edilsin, haram ve yasakların istilasına uğramış şehir hayatı büyük tehlike oluşturmaktadır. Hemen nerede ise, çağdaş ilkelliklerden ve haramlardan arındırılmış bir köşe bulmak mümkün değildir. Kitle iletişim ve haberleşme araçları, sözlü-görüntülü ve yazılı yayınlar Müslüman evlerinin -belki istenmeyen- misafirleri olarak haramların şu ya da bu ölçüde işlenmesine vesile olmaktadır. Böylesi bir ortamı dikkate aldığımızda, Peygamber Efendimizin “Haramlardan sakın, Müslümanların en âbidlerinden olursun” uyarı ve teşvikinin anlamı günümüz için çok daha ciddileşmektedir.

Olgunlaşma, Vera’ ile Başlar

Vera’, (korunma, sakınma), takva, şüpheli şeylerden kaçınma, daha ileri aşamada mubah ve mekruhlarda bile dikkatli ve titiz davranmak anlamına gelir. Kendisini ilgilendirmeyen gereksiz şeyleri (malayani) terk etmek de vera’ sayılır. Nitekim Hz. Peygamber bir hadis-i şerifte, “Malayaniyi terk etmesi, kişinin Müslümanlığının güzelliğinden/kemalindendir” (Tirmizi, Zühd 11; İbn Mâce, Fiten 12; Muvatta, Hüsnü’l-hulk 3, Kelam 17.)  buyurmuştur. İşte böyle bir vera ve böyle bir güzellik, giderek atılacak daha güzel adımların ve ortaya konacak makbul amellerin itici gücü olacaktır.

Konuya ait en temel noktayı Sevgili Peygam­be­rimiz, Muaz b. Cebel radıyallahu anh’ı Yemen’e uğurlarken, ona hitaben şöyle buyurdu:

Müslümanların bana en yakın ve şefaatime en layık olanları, kim olurlarsa olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, müttakîlerdir.”( Mişkatü’l-Mesâbih, 5227. Hadis)

Burada açıkça görüldüğü gibi, Müslüman hangi milletten, hangi cemaatten, hangi renk ve ırktan olursa olsun, toplumun ileri gelenlerinden veya sade vatandaşlarından olsun ve yine nerede, Mekke’de, Medine’de ya da Yemen’de, İstan­bul’da vs. yaşıyor olursa olsun, bunların hiç biri kuralı değiştirmez. Müslüman’a sadece ve sadece ittika, yani haramlardan sakınmaktan başlamak üzere Allah Teâlâ’ya karşı saygılı bir yaşayış değer katar ve onu Hz. Peygamber’e “en yakın” kılar.

Esasen ayeti-i kerimede de asıl itibarın ve değerin takva’da olduğu bildirilmiş bulunmaktadır:

Allah katında en değerliniz, takvası en üstün olanınızdır.( El-Hucurat 49) Bir başka ayeti kerimede ise, bu kuralın tüm ümmetler için geçerli olduğu bildirilmektedir:

And olsun ki biz, sizden önce kendilerine kitap verilenlere de size de “Allah’tan korkun” diye emrettik.”( En-Nisa (4), 131)

O halde hiçbir Müslüman’ın ben şunlardanım veya şurada şu asırda yaşıyorum diye ne bir üstünlük ne de bir mahrumiyet duygusuna kapılması, şans veya şanssızlık hesapları yapması doğru değildir. Önemli olan, haramlardan sakınmakla başlayan Müslüman’ca bir hayata sahip olmaya çalışmaktır.

Değerli Okuyucularımız!

Rabbimizde temennimiz bizleri cennete gitmekten alıkoyan haram belasından bizleri muhafaza eylesin. Bizleri ve neslimizi daima kulluk yarışında önde gidenlerden eylesin. Başka bir sayıda buluşmak dileği ile Allah’a emanet olunuz.